16 Aralık 2013 Pazartesi

sevgilim, onlar

Nazim Hikmet beni hep bir fena yapiyor, icimi burkuyor. Bazen agliyorum filan. Anlatmasi zor.

3 Mayıs 2013 Cuma

Lawrence

Hollanda'da bütün sanat tarihi derslerini birlikte aldığım yaşıtım bi oğlancık vardı. Adı Lawrence. Bizim okuldaki tüm tipler gibi yarı bişey yarı bişeydi. Yarı Hollandalı yarı Amerikalı. Hollandalı arkadaşlarımdan çok şikayet ettim hep ama bu onlardan değildi. Çok sakin komikti. Dersleri de çok iyi değildi, bi kez sınavda çok baba bi kopya verdim. Kulaklarına inanamadı, sayemde ders geçti. Sonra arkadaş olduk uzaktan. Hani olur ya böyle ciddi arkadaş olmazsın ama uzaktan hep takdir edip seversin birini, öyle bi çocuktu işte, bizimki de öyle uzaktan sevmeli arkadaşlık. Ara sıra herseyden şikayet etmeli, çok star wars konuşmalı arkadaşlık. Biraz önce beyin kanaması geçirip dün öldüğünü öğrendim. Tak diye. Hiçbirşey yokken. 25 yaşında. Hayat çok garip.

20 Kasım 2012 Salı

argentina

“everyone wants an argentina.
a place where the slate is wiped clean.
but the truth is argentina… is just argentina.
no matter where we go, we take ourselves and our damage with us.
so is home the place we run to? or is it the place we run from?
only to hide out in places where we’re accepted, unconditionally.
places that feel more like home to us…
because we can finally be who we are.”

- dexter s07e08

21 Ağustos 2012 Salı

aylavyu

posta kutumda kart buldum bugün, ablamdan gelmiş. arkasında da bu yazıyordu:

"senden kalkıp başka ellere gidemem.
rüzgar ve kuytu, 
yağmur ve uykuyduk 
birbirimize
aklına geldikçe 
viran teknelerimde
sev beni."
-gazze, birhan keskin

birhan keskin'i çok seviyoruz ikimiz de, aramızdaki bağ özel. çok da duygulandım okuyunca yukarıdakini. her yazdığının her kelimesine bayılmıyorum ama bazen öyle şeyler yazıyor ki birhan keskin, oturup ağlamak istiyorum.

hayattaki en büyük destekçim, ne yapsam beni savunup seven ablama şu aralar en çok dinlediğim şarkıyı gönderiyorum.


12 Ağustos 2012 Pazar

haftasonu

haftasonu fena geçmedi. cuma akşamı yeni keşfettiğimiz the green door store'a gittik. eski bir depoyu bar yapmışlar. tren istasyonunun hemen arkasında olduğu için pek görünür bir yerde değil dolayısıyla çok insan keşfetmemiş henüz. yine de cumartesileri önünde kuyruk var. ama içerideki kalabalık normal brighton kalabalığı gibi değil, yaş ortalaması büyükçe (büyükçe dediğim 24-25 filan, normalde 17 olduğu için her yerde) bu da açıkçası durumu daha hoş yapıyor zira etrafa kusup kıç üstü düşen kız sayısı oldukça az.

saçaklı'yla yine buluşamadık. olmuyor da olmuyor. halbuki onu ve okul arkadaşlarını buraya götürecektik. neyse, bakalım herhalde haftaya da gideriz gibi geliyor bana.

cuma günü bu bara doğru yürürken yolda 3 herifin birini taşıdığını gördük. hepsi sarhoş, biri ayağından biri kolundan tutmuş birisini yolun ortasına taşıyorlardı. bi yandan da anıra anıra gülüyorlar. taşıdıkları baygın halde. yolun ortasına bıraktılar. üstündekilerden bir an kadın olduğunu zannettim, yola doğru koşmaya başladım. o sırada tiplerden biri yerde yatanın üzerine işemeye başladı. donup kalmışım. yaklaşınca kadın olmadığını farkettim, herif dursun diye bi şeyler demeye çalıştım ama kimsenin beni duyacak ya da anlayacak hali yoktu. bizimkiler de beni kaldırıma itti. brighton bazen böyle bir yer.

dün meteor yağmuru var dediler, deniz kenarına indik gece 1'de ancak sanırım şehrin ışıklarından olsa gerek hiçbir şey görmeye muvaffak olamadan geri döndük. eve geri dönerken de polisin yol üstündeki barlardan birinin kapısında birisini tutukladığını gördüm. 

cuma günü akşam erken saatlerde çöküp nisha'nın gösterdiği bir şeye bakayım derken lönk diye yere yapıştım kıç üstü. böylelikle ingiltere'de gece dışarı çıkıp yere çökmedim demeyeceğim. bu kızlarla en çok eğlenen ben olduğumdan bizimkiler bu anları hep kaydetti tabi. yine hakettim.

Bunlar ben değilim çünkü bu renk ayakkabı giymem için önce ölmüş olmam lazım

8 Ağustos 2012 Çarşamba

aferin canim

Masterdan sonra burada kalmaya devam edecegim gibi gozukuyor bir sure daha, bir aksilik olmazsa. Vizem Ocak'in 30una kadar. yani bir 5 ayim var tezden sonra. Bir yandan sacma sapan isler bir yandan da eli yuzu duzgun isler bakiyorum. Yani supermarket kasiyerliginden sivil toplum orgutlerinin proje asistanliklarina kadar uzanan genis bir yelpaze. Ne zaman bana tam uygun ve duzgunce bir is oluyor, tabi normal is oldugu icin en az 1 yillik oluyor. 5 aydan sonra isverenin bana sponsor olup "bu kizin bizimle calismaya devam edip burda kalmasini istiyoruz" demeleri gerekiyor. Ne zaman durumumu anlatan bir mail atsam ise basvurmadan once, hep su asagidakinin degisik versiyonlarini aliyorum:

Hi
You do need to be eligible to work in the UK and I do not think we can do a sponsorship for you,
Thanks for your enquiry.
 
Yani diyor ki, Ingiltere'de calisabiliyor olman lazim ve sana sponsor olabilecegimizi zannetmiyorum.
 
Boyle devam et Ingiltere, sen bu kafayla resesyondan falan zor cikarsin. Cikma da allahin belasi, bat da hepimiz kurtulalim. Bunu cok icten istiyorum bu aralar. Batarken de bir zamanlar yukarilara kimlerin sayesinde ciktigini hatirlarsin belki.
 
 

seven nation army

ne yalan söyleyeyim bu şarkıyı hiç o kadar ciddiye almamıştım. her barda çalınca insan zıplattığı için ne diyor şarkı diye hiç düşünmemiştim. fakat pazartesi okulun barında karaoke gecesiydi. biz de önce burun kıvırıp sonra müptelası olduk karaoke gecelerinin, her pazartesi gidiyoruz. nası bir okul barından o kadar güzel sesli insan çıkar diye şaşırıyoruz her seferinde.
çok iddiasız bir kız çıktı bu pazartesi sahneye utana sıkıla yanakları pembe pembe, seven nation army söyleyeceğim diye. biz de bekliyoruz. kız yıktı ortalığı. bu sırada da sözlerini görmüş oldum. baya güzelmiş. kızdım kendime hiç dikkat etmiyorum böyle şeylere diye.

I'm going to Wichita,
far from this opera forever more
I'm gonna work the straw, make the sweat drip out of every pore
and I'm bleeding and I'm bleeding and I'm bleeding right before the Lord
All the words are gonna bleed from me and I will think no more
and the stains coming from my blood tell me go back home